02 Ocak 2012

Coco star kurabiye...;)




Hindu cevizi...
Efendim pek bir severiz zat-ı şahanelerini...
Alır bizi, götürür tropikal iklimlere...
Dimağı baştan çıkaran rayihasıyla serotonin hormonumuzu ikiye katlar vesselam...;)

Çay saatlerimizin vazgeçilmezi kurabiyelerimize bir yenisini daha ekliyeyim dedim zira değişim şart...;)

Malzemeler;

*7 kaşık pirinç unu
*7 kaşık mısır nişastası
*6 kaşık un
*2 adet yumurta(akları iç malzemesine)
*2 çay bardağı pudra şekeri
*1 paket margarin yahut tereyağı
*1 küçük paket kakao
* 1 paket kabartma tozu
*1 paket Vanilya yoksa herhangi bir esans( mesela ben 3-5 damla badem esansı kullandım değişik oldu)

Hazırlanışı; Tüm hamur malzemeleri karıştırılır ve kulak memesi yumuşaklığında ele yapışmaz bir hamur elde edilir.

İçi için;*1 su bardağı şeker
*1 su bardağı su
*2 su bardağı hindistan cevizi

Hazırlanışı; orta boy tencere de iç malzememiz olan hindu cevizi, suyunu çekene kadar pişirilir.Ilıyınca yumurta aklarıyla hemhal edilir.

Veeeee muhteşem ikilinin vuslatı; Cevizden biraz büyük parçalar kopardığımız hamur parçacıkları açılır ve iç malzememiz itinayla koyulur akabinde yuvarlama usulüyle top şekline getirilir ve önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında yaklaşık 20-25 dakika üzeri hafif çatlayana denk pişirilir...

Sunum aşaması; Ilıyan kurabiyelerimiz servis tabağına alınır... Ayrıca 1 paket bitter çikolata, 1 küçük kutu krema da eritilir ve güzel bir sos elde edilir... Kurabiyelerimiz sırasıyla önce sosa sonra hindu cevizine bulanır ve mideye gidecek yollar da raks eden dansçı edasıyla salındırılır...;)))

Afiyet , bal , şeker...
Sevgi nizaya beş çeker...;)

Dipnot; Farkındayım içini göstermemişim sizlere... tekrar yaptığımda kesip ortadan öyle resim çekeceğim, affedin...;)

Bugün hayata dair öğretiler de Can Dündar var...

Olgunluk üzerine...

Buyurunuz efendim...

‎20 li yaşlara kadar iyilikle kötülüğün ülkesi, kalınsınır çizgileriyle ayrılıyor birbirinden. Sıkı dostları ve düşmanları oluyor insanın. Onları ölesiye seviyor ya da ölesiye nefret ediyor onlardan. 30 larında yalanı hakikatten ayırt etmeye başlıyor.İyi sandıklarının hıyanetiyle tanışıyor, sırtında dostişi hançer darbeleriyle; ve en kötü zannettiği şefkatle imdadına yetişiveriyor. Zaman kanatlanıp da 40 ına yaklaştığında insan, iyiyi kötüden ayıran hudut çizgilerini birbirine karıştırıyor. İyilere nakşolmuş kötüyü ve kötülerin içindeki iyiliği de keşfediyor ademoğlu. Anlıyor ki, iyi insan/kötü insan yok; insanın içinde iyilik ve kötülük var, kötüyle iyi panzehiri değil birbirinin; kankardeşi. İyilerle kötüler çekiştirmiyor ipi. İyilik ve kötülükten örülmüş ibrişimin kendisi. Bunu anlayınca şaşmıyorsun nefretin birden şehvete dönüşmesine; acı girdaplarının içinde hazzın raksetmesine. Tevazuyla gurur, haysiyetsizlikle onur el ele yürüyor. İnsan, şuur altındaki isyankarla sahtekarı, günahkarla tövbekarı birarada farkediyor. Benim, hükmeden ve boyun eğen, zulmeden ve acı çeken. Bunca şiddet kadar onca merhamet de benim eserim. Minneti nefrete, korkuyu cesarete, zaferi hezimet ebulayan benim. Kundak bezime tıpatıp benziyor kefenim, hayatım muhteşem ve sefil, mağrur ve rezil, hayasız ve asil. Ben, hem örs hem çekicim. İşte bu keşif kolaylaştırıyor yaşamı... Anlıyorsun ki toplumlar gibi insanlar dakanlı içsavaşlarına borçlu ilerlemesini...
O zaman , iyileri kötülerden ayırmak gibi nafile bir uğraşı bırakıp -başta kendin olmak üzere- insanların içindeki iyiliğin peşine düşüyorsun; kıymet bilmeyi ve-yine başta kendin olmak üzere- herkesi hoş görmeyi öğreniyorsun. Tükendikçe pahalanıyor zaman; günler azaldıkça uzuyor. Saçların gibi, seyreldikçe değerleniyor dostların. Günahları ve zaaflarıyla da övünüyor insanlar; sevapları ve zaferleri kadar. Önemli değil kaç kez yenildiğin; önemli olan, kaç yenilgiden sonra yeniden doğrulabildiğin. Bu paramparça ruhlardan, çelişkili duygulardan, çatışmanın açtığı yaralardan mucizevi bir ahenk çıkıyor ortaya ki olgunluk diyorlar adına...

muhabbetle...